Marksist ve Anarşist Teori Share TweetMarksizmi Anarşizmden ayıran nedir? Neden iki teori, birbirlerinden ayrışırlar, birbirlerine göre avantajlari nelerdir ve iki teoriden hangisi, ya da fikirlerinin hangi bileşimi kapitalizm ve burjuva devletiyle savaşmak için en iyi araçtır? Böyle bir sorgulama süreci, devrimci teoriyi kavrama ve fethetme çabası olan her devrimci için gereklidir.Çoğu anarşist teori Marksizm ile aynı hedefe sahiptir - sınıfsız ve devletsiz bir toplumun kurulması. Marksizm ve Anarşizm, her türlü baskı ve eşitsizliğe karşı harekete katıldıkları ölçüde birleşirler. Bu nedenle, radikalleşen kitlelerin her iki teoriye de sempati duyması çok sık görülen bir durumdur.Marksist ve Anarşist teori insanlığı özgürleştirme mücadelesinde birleşse de, Anarşizm paradoksal bir şekilde teoriyi entelektüel elitizmin ya da koltuk eylemsizliğinin suç ortağı olarak reddederken; Marksizm'in işçi sınıfının toplumu değiştirmek için bilimsel yöntem ve tarihsel analizin tüm gelişmelerini kullanarak onu anlaması amaciyla Anarşizm’den ayristigina inanıyoruz.Marksist teori esas olarak eşitsizlik ve baskıyı, neden bu kavramların var olduklarını, nereden geldiklerini, nasıl bir rol oynadıklarını ve hangi koşullar altında üstesinden gelinebileceğini anlamakla ilgilenir. Ve bunları anlamak sadece tanımlamak ya da toplumun sınıflara bölünmesinin adaletsiz olduğunu ve devlet aygıtının temelde baskıcı olduğunu iddia etmek değil, bunları maddi ve tarihsel olarak açıklamak anlamına gelir.Sınıf ve Devletin KökenleriBaktığımız her yerde aşırı eşitsizlik, acı ve devlet baskısı örnekleri görüyoruz, öyle ki bunları doğal bir durummuş gibi kabul ediyoruz. En sıradan birey bile paranın aşağılayıcı ve sonsuz gücünün boyunduruğu altında yaşıyor ve tüm hayatını bir başkası için para kazanma görevi etrafında, patronunun zaman çizelgesine ve talimatlarına uyarak düzenlemek zorunda kalıyor.Rousseau'nun dediği gibi, insan her yerde zincire vurulmuştur ama aslında hepimiz özgür doğarız, yani acı çektiğimiz bağlar insan yapımıdır ve dahası, bunlar temelde bize eşit olan insanların kurgularıdır - kapitalist sınıfın sihirli güçleri ya da insanüstü kuvvetleri yoktur. Öyleyse neden acı çekiyoruz? İnsanların büyük çoğunluğu neden (ve ne zaman) bir azınlığın görünürdeki yapay gücü karşısında güçsüz kalmalarına izin verdi? Sadece birkaç kişi tarafından sömürülmemize teşekkür etmemiz için bir gerekçe olmalı. Nedir o?Marksistler ve materyalistler olarak, sınıf mücadelesinin kendiliğinden ortaya çıkmadığını, ancak daha genel varoluş mücadelesi tarafından koşullandırıldığını anlıyoruz; oldukça kaba bir ifade kullanmak gerekirse, doğa ile kaçınılmaz mücadelenin bir ifadesidir. Çünkü hemcinslerimiz tarafından köleleştirilmeden önce, doğanın tüm güçlü yasalarının kaprislerine maruz kalırız. Evet, her insan dünyaya özgür doğar, yani Tanrı tarafından önceden belirlenmiş bir rütbeye sahip değildir, ama aynı zamanda her insan doğanın tutsağı olarak doğar. Marx'ın dediği gibi, insanoğlu acı çeken, sınırlı bir varlıktır; nefes aldığımız her saniye, midemizdeki istemsiz kaslar bizi yemek aramaya zorladığı her an, cılız yapımız vücudumuzu soğuktan titrettiği her an doğaya bağımlılığımızı hissederiz. Bu kadar acil maddi ihtiyaçlarımız olmasaydı, kapitaliste gidip iş dilenmemize gerek kalmazdı. Dolayısıyla toplumumuzdaki özgürlük eksikliğini anlamadan önce, en temel toplumsal yasayi kabul etmeliyiz - maddi koşullar bilinci belirler.Tarih her türlü tuhaf dönüşümü bilir. Tarihimizin büyük bir bölümünde baskıcı bir devlet otoritesi ya da sınıfsal sömürüden söz etmek mümkün değildi, ancak bir şekilde böyle bir durumdan sömürü ve zorlama ortaya çıktı. Dahası, sömürü ve devlet otoritesi biçimleri kendilerini birçok kez dönüştürmüş ve bunlarla birlikte kültürün göreli düzeyi de değişmiştir. Tüm bunları birbirine bağlayan temel mekanizma ya da süreç nedir, hepsini tek ve aynı 'toplum' kategorisi altına koymamızı sağlayan ortak nokta nedir? Marksistler için bu, emeğin ekonomizasyonu, yani doğayla mücadelenin bir parçası olarak şu ya da bu sınıf tarafından kullanılacak üretim güçlerinin (ya da faydalı teknolojinin) geliştirilmesi için verilen mücadeledir. Çünkü faydalı teknolojiyi geliştirdiğimizde, ilk amaç her zaman birilerinin daha iyi yaşayabilmesi, doğayla mücadelede kendilerini güvence altına alabilmesidir. Ancak toplumsal olarak geliştirilen ve kullanılan böyle bir teknolojinin, toplumun yapısını değiştiren, bazılarına diğerleri üzerinde güç veren, planlanmamış toplumsal sonuçları vardır. Üretici güçleri kontrol edenler toplumu da kontrol ederler.Söylediğimiz gibi, ilk toplum biçimleri bir sömürü sisteminden ve bir devlet aygıtından yoksundu; resmi rütbe ve emir komuta zinciri nedir bilmeyen 'doğa'dan doğmuşlardı. Üretkenlik o kadar düşüktü ki, toplum herhangi bir ayrıcalıklı tabakaya sahip olamazdı. Bu koşullarda yaşam kuşkusuz zor olsa da, topluluk içinde göreceli bir uyum olmalıydı, çünkü herkes kabaca eşit ölçüde 'yükünü çekmek' zorunda kalacaktı. Ancak bu uyum kabilenin coğrafi eşiğinde sona erer, bunun dışında başka kabileler buluruz. Coğrafi olarak dağınık topluluklar üretici güçlerini geliştirdikçe genişleyecek ve nihayetinde diğer benzer topluluklarla temasa geçeceklerdi. Aralarındaki ticaret, üretebildikleri farklı mallara dayalı olarak gelişecek ve bu ticaret her topluluk tarafından kendilerini zenginleştirmek için kullanılacaktı.Her bir topluluk içinde üretimde muazzam bir birlik ve işbirliği olsa da, topluluklar arasında ya çok az ya da hiç olmamıştır. İlgili topluluklar diğerinin iyiliği için değil, karşılığında bir şeyler elde etmek için üretim yapmakla ilgilenirdi. Böylece sadece topluluklar arasında rekabet ve düşmanlık gelişmekle kalmayacak, aynı zamanda her topluluğun iç yaşamı, topluluk dışında değiş tokuş için daha fazla üretme ihtiyacı tarafından giderek daha fazla belirlenecekti. Sürece daha fazla dahil olanların, örneğin üretime liderlik eden ve diğer topluluklarla temas halinde olan yaşlıların avantajlı bir konuma sahip olduğunu tahmin edebiliriz. Buna ek olarak, kaynaklar ve toprağın kontrolü için verilen mücadele, coğrafi dağılım ve rekabet durumundan doğmuş olmalıdır. Topluluklar arasında toprağı ele geçirmek ve diğer toplulukların emek gücünü kullanmak için yapılan savaşlar bundan kaynaklanır. Bu şekilde, üretici güçleri geliştirmek için verilen komünal mücadele, sınıfsal bölünmeler lehine topluluğun çözülmesine yol açmıştır.Bu, sınıf ve devletin maddi, ekonomik temelidir. Marksistler ve Anarşistler arasında önce sınıf ayrımının mı ortaya çıktığı, ardından egemen sınıfı korumakla görevli zorlayıcı bir devlet aygıtının mı geldiği (Marksist görüş), yoksa bazı Anarşistlerin savunduğu gibi önce baskı araçlarıyla birlikte devlet gücünün mü geliştiği ve bunun sonradan sınıf ayrımına yol açtığı konusunda bir tartışma vardır. Ancak sorun kronolojik bir sorundan ziyade, yani önce sınıfın mı yoksa devletin mi ortaya çıktığı sorusundan ziyade, biçim ve içerikle ilgili bir sorudur; yani devlet iktidarının temel olup olmadığı ve sınıfsal eşitsizliklerin sadece devlet iktidarının sürdürülmesi amaciyla ortaya çıkan devlet gücünün bir yansıması olup olmadığı (Anarşist görüş) ya da alternatif olarak, Engels'in Dühring'le polemiğinde işaret ettiği gibi (kendisi bir anarşist değildi), tüm siyasi iktidarın, devlet otoritesinin ve zorlamanın gerçek içeriğinin ve temelinin ekonomik sınıf ilişkileri olup olmadığıdır:...bir an için Bay Dühring'in tüm geçmiş tarihin izinin insanın insan tarafından köleleştirilmesine kadar sürülebileceğini söylerken haklı olduğunu varsaysak bile, yine de meselenin özüne inmekten çok uzağız. O zaman şu soru ortaya çıkıyor: Crusoe nasıl oldu da Cuma'yı köleleştirdi? Sırf eğlence olsun diye mi? Kesinlikle hayır. Tam tersine, Cuma'nın "bir köle ya da sadece bir araç olarak ekonomik hizmet vermeye zorlandığını ve sadece bir araç olarak tutulduğunu" görüyoruz {D. C. 9}. Crusoe Cuma'yı yalnızca Cuma Crusoe'nun yararına çalışsın diye köleleştirmiştir. Peki Cuma'nın emeğinden kendisi için nasıl bir fayda sağlayabilir? Cuma'nın emeğini kullanarak, Crusoe'nun onu çalışabilecek durumda tutmak için vermek zorunda olduğundan daha fazla yaşam gereksinimi üretmesiyle... Bay Dühring'in, zorun "tarihsel olarak temel şey" olduğunu kanıtlamak için özel olarak seçtiği çocukça örnek, bu nedenle, zorun yalnızca araç olduğunu ve amacın, tersine, ekonomik avantaj olduğunu kanıtlar. Ve amaç, onu güvence altına almak için kullanılan araçlardan "ne kadar temel" ise, tarihte ilişkinin ekonomik yanı da siyasi yanından o kadar temeldir... Boyun eğdirme her zaman -Bay Dühring'in zarif ifadesini kullanırsak- "karın doyurma aracı" olmuştur (karın doyurmayı çok geniş bir anlamda kullaniyoruz), ama hiçbir zaman ve hiçbir yerde "sadece boyun eğdirmek için" kurulmuş bir siyasi gruplaşma olmamıştır... Crusoe, "elinde kılıçla" {D. C. 23}, Cuma'yı kölesi yapar. Ancak bunu başarabilmek için Crusoe'nun kılıcından başka bir şeye daha ihtiyacı vardır. Herkes bir köleden yararlanamaz. Bir köleyi kullanabilmek için iki tür şeye sahip olmak gerekir: birincisi, kölenin çalışması için gerekli araç ve gereçler; ikincisi, kölenin çıplak geçimini sağlayacak araçlar. Dolayısıyla, kölelik mümkün hale gelmeden önce, belirli bir üretim düzeyine çoktan ulaşılmış ve belirli bir bölüşüm eşitsizliği çoktan ortaya çıkmış olmalıdır. (Engels, Anti-Duhring)O halde devlet otoritesi, kendi iyiliği için var olan keyfi bir kötülük değildir ve baskı ve eşitsizlik gibi olumsuz özelliklerini sadece kendisinden almaz, aksine gelişen ekonomik eşitsizlikten doğar ve bu eşitsizliğe bağlı bir rol oynar. Ve devlet toplumdaki herkesi eşit derecede ezmez, gerçekten de toplumumuzda devletle doğrudan ilişkisi olmayan ama yine de devlet tarafından çok iyi temsil edildiğini düşünen pek çok kapitalist vardır. Bunun nedeni, son tahlilde devletin gücünü, mülklerini koruyarak ve genel olarak toplumsal düzeni sürdürerek hizmet ettiği egemen ekonomik sınıftan almasıdır.Buradan bizi ilgilendiren iki şey çıkmaktadır. Eğer bir sınıf ekonomik gücü elinde tutabiliyorsa, o zaman devlet gücü son tahlilde ekonomik ilişkilere bağlı olduğundan, prensip olarak kendi devlet aygıtının kurbanı olmak yerine onu kontrol edebilir. Eğer devlet aygıtı diğer sınıfları bastırmak için bir araçsa ve eğer Marksistler ve Anarşistler işçi sınıfı önderliğindeki bir devrimin burjuvazinin aktif ve örgütlü muhalefetiyle karşılaşacağı konusunda hemfikirse (birçok Anarşistin kabul ettiği bir gerçektir), o zaman işçi sınıfı bu devlet gücünü kullanabilir ve kullanmalıdır, yani devrimlerini karşı devrimden korumak için kendi zorlayıcı aygıtlarını örgütleyebilir. İşçi sınıfı, demokratik işçi komiteleri aracılığıyla ekonomiyi kendi çıkarları doğrultusunda kolektif ve demokratik olarak yönetip geliştirebildiği sürece, devlet aygıtının kontrolünü de ihtiyaç duydukları sürece ellerinde tutabilirler. Siyasi bir biçim olan temsilin kendisi pek çok anarşist için sorunun tohumlarını içerir ya da sorundur. Birinin gerçekten temsil edilemeyeceğini ve temsilcinin konumunu her zaman kötüye kullanacağını söylerler. Ancak sorun olan şey biçim değildir. Söylediğimiz gibi, eğer durum böyle olsaydı, burjuvazi her zaman kendi devlet temsilcileri tarafından ezilirdi. Bir burjuva parlamentosu her zaman 'halkı' temsil etmekte başarısız olur, bunun nedeni temsilin kendi başına sahte olması değil, parlamentonun ekonomiyi, medyayı vs. kontrol eden sınıf tarafından kontrol edilmesi ve bu sınıfın çıkarlarının 'halkın' çıkarlarıyla örtüşmemesidir.Aynı durum işçilerin kendi örgütleri için de geçerlidir. Eğer sendikaların ve işçi partilerinin liderliği işçi sınıfını satıyorsa, bu onların lider olmalarindan çok, ideolojisi topluma hakim olan egemen sınıfın muazzam toplumsal baskısı altında olmalarından kaynaklanmaktadır. Böyle bir sorunun çözümü asla işçi hareketinde liderlik kavramını terk etmek değil, burjuva sınıfına satılmış bir liderliğe karşı mücadele etmektir. İronik bir şekilde, bürokrasi ve liderlikten yakıcı bir nefret duyduğunu iddia etmesine rağmen, Anarşist hareket genellikle sağcı liderliği fetiş haline getirme ve işçi sınıfı tabanını görmezden gelme eğilimi göstermiştir - bürokrasinin sağa kaymasının ön koşulunun her zaman açık sınıf mücadelesi eksikliği, aşağıdan baskı eksikliği olduğu gerçeğini göz ardı ederek, işçi partilerinin yozlaşması için yalnızca bir bürokrasinin varlığını veya parlamentoya katılımı suçlama eğilimindedirler. Ancak bunun için işçi sınıfının kitlesel hareketi ve bu örgütler içinde devrimci fikirler için mücadeleden başka bir çare yoktur. İhanet eden liderliği bu şekilde ortadan kaldırır ve yerine devrimci bir liderlik getiririz. İşçi kitle örgütlerinde böyle bir mücadele gerçekleşmezse, bu tür örgütlerin üst katmanlarının tabandan uzaklaşması ve kapitalistlerle işbirliği yapmaya kalkışması kaçınılmazdır.Ancak bir işçi devleti ve gerçek devrimci işçi sınıfı liderliği Marksistler için nihai hedef değildir; biz de devletsiz bir topluma ihtiyaç olduğunu görüyoruz. Bu ancak bir devlet aygıtını gerektiren nesnel koşullar (sınıf mücadelesi) ortadan kalktığında var olabilir. Başka bir deyişle, işçi sınıfı tüm sınıfları eriterek, insanlığı sınıflar ya da uluslar arasında kalıcı maddi karşıtlıklar bırakmayan küresel bir üretim planında birleştirerek kendini bir sınıf olarak erittiğinde ve üretim, herkesin eğitime ve toplumun işleyişine katılabilmesi için çalışma haftasını yeterince kısaltacak bir düzeye ulaştığında, zorlama ve boyun eğdirmenin nesnel bir rolü kalmayacak ve değersizleşecektir.Liderliğin Nesnel RolüÜnlü Rus Anarşist Kropotkin, sosyalist bir toplumun siyasi liderlik yoluyla kurulması ve büyük bir ulusal ya da uluslararası ölçekte merkezi olarak örgütlenmesi halinde, devrime önderlik eden entelektüel elitin kendilerini toplumun geri kalanının üzerinde yeni bir yönetici grup olarak konumlandıracağından korkuyordu. Buna karşılık, böyle bir toplum için üretimin karmaşıklığı, süreci yönlendirmek ve planlamak için 'teknokratlara' ihtiyaç duyulacağı anlamına gelecekti (varsayım, işçilerin baş edemeyeceği kadar karmaşık olacağıdır) ve onlar da işçiler üzerinde egemenlik kuracaktı:"kolektivizm, bireysel performansı ölçmek ve buna göre mal ve hizmetlerin dağıtımını denetlemek için işçi birliği içinde bir otorite gerektiriyordu. Sonuç olarak... kolektivist bir düzen eşitsizlik ve tahakküm tohumlarını barındırıyordu." (Avrich, The Russian Anarchists, s.29)Ancak eşitsizlik ve tahakkümün tohumlarını barındıran büyük ve karmaşık ölçekteki "kolektivizm" değil, sınıflı toplumda zihinsel ve kol emeği arasındaki bölünmeye yol açan, bazılarının çalışma lüksüne sahip olduğu ve diğerlerine ne yapmaları gerektiğinin söylendiği halihazırda var olan maddi eşitsizlik ve sömürüdür. Sınıfsal sömürü ve uzun çalışma saatleri, toplumumuzda işçilerin üretimi kendilerinin planlayamayacağı ve yönlendiremeyeceği anlamına gelir, çünkü birincisi kapitalist sınıf kendi özel karı için üretim yapar ve bu nedenle işçilere bu karı kontrol etmede söz hakkı vermez ve ikincisi işçilerin toplumu demokratik olarak planlayacak zamanı yoktur. Kropotkin her şeyi tersine çevirmiştir ve bu yüzden onun çözümü -yerellik, federalizm ve 'basit' bir ekonomi- sorunu yalnızca küçük ölçekte yeniden ortaya çıkaracaktır.Yalnızca küreselleşmiş bir ekonomi, kapitalizmin bir olgu haline getirdiği, küresel ölçekte uyumlu bir şekilde planlanmış küresel bir işbölümü (oysa küreselleşmiş kapitalist ekonomi hiç planlanmamıştır, bölgesel dengesizlikler ve antagonizmalarla doludur) işçi sınıfını özgürleştirebilir ve sıradan insanları kontrol altına alabilir, çünkü yalnızca yarattığı yüksek verimlilik ve içerdiği teknolojik gelişmişlik, çalışma haftasını kitlesel katılıma izin verecek şekilde kısaltabilir ve insanlar ve uluslar arasında işler, kaynakların kontrolü vb. için verilen sefil mücadeleyi ortadan kaldırabilir. Kropotkin, gerçekte işçilerin sömürülmelerinden oturu bunu yapmalarının engellendiği halde, halk kitlelerinin ekonomiyi planlamaktan aciz olduğunu ima ederek işçilere patronluk taslamaktadır. ‘Teknokratların’ işçilerin üzerinde bir rol oynamasinin sebebi işçi sınıfını sömürmeye dayalı bir toplumda işçilerin yüksek eğitime erişiminin engellenmesidir- ekonomi kamulaştırılarak bu sömürüyü ortadan kaldırılırsa bu sorunun üstesinden gelinebilir, aslında sorunun üstesinden gelmenin tek yolu da budur.Deyim yerindeyse 'yerelleşme' 1917'den hemen sonra Rus devriminde gerçekleşti ve bu tam da Stalinizme yol açan sorunun bir parçasıydı."[1924'te SSCB'ye giden bir İngiliz sendika delegasyonunun] raporuna göre, işçiler bir gecede 'yeni bir hissedarlar topluluğuna' dönüşmüşlerdi. Benzer bir gözlem 1918'in başlarında bir Bolşevik yorumcu tarafından da yapılmıştı: [artık kendi kontrolleri altında olan fabrikalardaki] işçiler, alet ve edevatı 'kendi mülkleri' olarak görüyorlardı. Yağma ve hırsızlık vakaları nadir değildi... Tek tek fabrika komiteleri, yakıt ve hammadde satın almak için taşraya 'iticiler' gönderiyordu, bazen fahiş fiyatlara. Çoğu zaman mevcut malzemeleri en çok ihtiyacı olan diğer fabrikalarla paylaşmayı reddettiler." (Avrich, The Russian Anarchists, s162-3)Bunun açıklaması nedir? Her bir yerel fabrikada işçilerin kontrolü imkansiz midir? Hayır, açıklama bu değil. Olanların sebebi, Alman emperyalizminin savaş nedeniyle zaten çökmüş olan Rus sanayisinin büyük bölümünü ele geçirdiği 1917 devriminin ardından yaşanan aşırı ekonomik kaos ve yoksulluktur. Sorun tam olarak 'yerelcilik' idi. Bu işçi gruplarının görünürdeki özerkliği (gerçekte hiç de özerk değillerdi; piyasanın, paranın ve boş midelerinin sıkı kontrolü altındaydılar), devrimin (Rusya'ya hapsolduğu ve dolayısıyla kaynak sıkıntısı çektiği için aynı zamanda 'yerel' olan) korkunç maddi sorunları bir gecede çözememesine tepki olarak ortaya çıktı. Stalinizmin ezici ağırlığı, merkeziyetçilik ve ekonominin karmaşıklığıyla değil, ekonominin kent ve kır arasındaki karşıtlıklar yüzünden parçalanmasıyla, eski Çarlık bürokrasisinin tam da aynı yoksulluk koşulları devam ettiği için kontrolünü ve ayrıcalıklarını yeniden tesis etmesiyle açıklanmaktadır. İşçi sınıfı devrimcileri, ekonomiyi kolektif ve uyumlu bir şekilde planlayamayacak kadar acil hayatta kalma mücadelesi vermekle ya da İç Savaş'ta savaşmak ve ölmekle meşguldü. Makhno'nun Rus İç Savaşı sırasında Ukrayna'daki Anarşist hareketi, kırın kenti beslemeye gücünün yetmediği kır ve kent arasındaki antagonizmaların bir ifadesiydi, bir çözüm değil:"Makhno bir köylü hareketine önderlik ediyordu ve bu yüzden hiçbir şehirde güçlü bir destek tabanına sahip olamadı. Ukrayna'da Makhno'nun kontrolü altındaki bölgelerde yaşayan işçilerin çoğu ya Bolşeviklerin ya da Menşeviklerin tarafındaydı. Aşağıdaki örnekler Makhno'nun işçi sınıfına karşı tutumunu göstermektedir. Ekaterinoslav-Sinelnikovo hattındaki demiryolu ve telgraf işçileri, Denikin'in işgali altında uzun süre açlık çektikten sonra hala acı çekerken, Makhno'dan yaptıkları iş için kendilerine ödeme yapmasını istediler. Makhno, "Biz Bolşevikler gibi sizi besleyecek değiliz, demiryollarına ihtiyacımız yok; paraya ihtiyacınız varsa, ekmeği demiryollarınıza ve telgraflarınıza ihtiyacı olanlardan alın" diye yanıt verdi. Başka bir olayda, Briansk işçilerine, 'İşçiler Makhno'nun hareketini desteklemek istemedikleri ve zırhlı aracın tamiri için para talep ettikleri için, bu zırhlı aracı bedavaya alacağım ve hiçbir şey ödemeyeceğim' dedi." (The Makhno anarchists, Kronstadt and the position of the Russian peasants in post-revolutionary Russia)İlkel topluluklarda sınıf ve devlet olmaması 'özerklik', 'yerellik' ya da ekonomik basitliğin bir sonucu değil, aslında maddi koşulların gerektirdiği içsel 'merkeziyetçilik' ya da birlik sayesinde gerçekleşir. Hayatta kalmak için herkes birlikte çalışmak zorundadır. Aynı şekilde, Kropotkin'in işçilere ne kadar üreteceklerini ve tüketeceklerini despotça söyleyen teknokratlarını ortadan kaldırmanın yolu, üretimi bu tür bir rehberliğe ihtiyaç duyulmayacak ölçüde geliştirmektir:"Komünizmin maddi öncülü, insanın ekonomik güçlerinin o kadar yüksek bir gelişimi olmalıdır ki, üretken emek bir yük olmaktan çıksın, herhangi bir güdüye ihtiyaç duymasın ve sürekli bolluk içinde var olan yaşam gereksinimlerinin dağıtımı -şu anda herhangi bir varlıklı ailede ya da "düzgün" bir pansiyonda olmadığı gibi- eğitim, alışkanlık ve toplumsal görüş dışında herhangi bir kontrole tabi olmasin." (Troçki, İhanete Uğrayan Devrim)Anarşist umutların aksine, toplumumuzda siyasi liderlik işçi sınıfı için gereklidir. Ancak işçi sınıfı devrimci teoriyi kolektif olarak geliştirecek, devrimin gerekliliğini kolektif olarak kavrayacak ve dolayısıyla bunu bir an önce örgütleyecek zamana ve eğilime sahip olsaydı, bu teori bir kenara atılabilir, gereksiz hale getirilebilirdi. Hareketi eğitmek için teori geliştirerek (hoşlarına gitsin ya da gitmesin) öncü bir rol oynayan Marx ve Bakunin gibi ünlü teorisyenlerin varlığı, kapitalist toplumda durumun böyle olmadığının kanıtıdır. Bazı Anarşistler, insanların liderliği yerine fikirlerin liderliğine sahip olduğumuzu öne sürmektedir. Aslında bu, siyasi liderlik için nesnel gerekliliğin Anarşist teoriye her zaman nasıl zorla girdiğini gösterir. Sadece bunun yerine başka bir isim veriyorlar. Toplumu etkilemek için teori geliştirerek kendileri de lider olarak hareket eden anarşist teorisyenler, işçi sınıfının 'yardımcıları', işçi sınıfı 'sözcüleri', devrimci 'yol göstericiler', 'sendikalarda bilinçli bir azınlığa' duyulan ihtiyaç ya da Bakunin'in devrim için disiplinli bir Blanquist 'müdürlük' kavramı gibi kavramları çeşitli şekillerde kullanmışlardır. Bu terimleri kullanıyorlar ama neden gerekli olduklarını ve siyasi liderlikten gerçekte nasıl farklılaştıklarını açıklamıyorlar. İşçi sınıfı neden yardımcılara, yol göstericilere, bir müdürlüğe, sözcülere ya da bilinçli bir azınlığa ihtiyaç duyar? Ve bu tür insanlar nasıl bir rol oynar? Ve eğer sadece fikirlerin liderliğine sahipsek, o zaman bu fikirleri geliştiren (çünkü bunlar tüm işçi sınıfı tarafından kolektif, tek tip bir şekilde geliştirilmemiştir), muhtemelen onları en iyi şekilde açıklayabilecek, sendika müzakerelerinde fikirleri öne sürmek için en güvenilebilecek insanlara ne olacak? Nihayetinde bütün işçi sınıfı aynı anda bu süreçlerin hepsine birden dahil olamayacak. Bir şeyin adını değiştirmek onun özünü değiştirmek anlamına gelmez.Anarşistler ne zaman kendilerini gerçek bir devrimci hareket içinde etkili bulmuşlarsa, her zaman liderliği ya da devleti bir biçimde yeniden devreye sokmak zorunda kalmışlardır. Makhno'nun hareketi, kendisini Beyaz karşı devrimden korumak için, "gerçekte düpedüz zorunlu askerlik anlamına gelen 'gönüllü seferberlik' lehinde oy kullandı, çünkü tüm sağlam vücutlu erkeklerin çağrıldıklarında hizmet etmeleri gerekiyordu." Böyle bir askeri yetkiyle, "her komüne, komşu soyluların mülklerinden el konulan çiftlik hayvanları ve tarım aletleri tahsis ettiler". Başka bir deyişle, Makhno'nun önderliğinde karşı devrimi ve soyluları bastıran, ancak yerelleşmiş bir devlet örgütlediler. Evet, Bolşevik hükümetinden özerktiler ama kendi bölgeleri içinde kimse özerk değildi. Ayrıca hareket son derece siyasi bir karaktere sahipti:"yeni konsey, kasaba ve köylerde 'özgür' sovyetlerin, yani siyasi parti üyelerinin dışlandığı sovyetlerin [başka bir deyişle, Makhno'nun de facto partisinin diktatörlüğü!] seçilmesini teşvik etti [yani buna öncülük etti]... otoritenin hükümranlığı Makhno ve onun komutan kadrosuna sıkı sıkıya bağlıydı... Makhno kilit subayları atadı". (Avrich, The Russian Anarchists, s214-5)Bunu onun rejimini lekelemek için söylemiyoruz, daha ziyade şiddetli bir sınıf mücadelesi ve İç Savaş'ta nesnel koşulların ezici zorunluluğunun Makhno'ya siyasi ve kişisel liderlik rolünü nasıl dayattığını işaret etmek istiyoruz.Sendikalist Anarşistler, işçi sınıfının büyük çoğunluğunu kapsayan bir genel grevin kapitalizmi yıkmak için yeterli olabileceğini ve dahası bunu bir parti liderliği olmadan yapma avantajına sahip olduğunu öne sürmektedir. Ancak genel grevlerin tarihi bunun aksini öğretmektedir - hem kendi başlarına kapitalizmi yıkmak için yetersizdirler (çünkü birçok genel grev yaptık ama hala kapitalizm var) hem de sendikalarda siyasi liderlik vardır. Ne yazık ki bu liderlik nadiren kararlı bir devrimci misyona sahiptir ve genel grevleri satma eğilimindedir. Dolayısıyla genel grev talebine reformist sendika liderliğinin fikirlerine karşı siyasi bir mücadele de eşlik etmelidir. Ancak tarih böyle bir mücadelenin kendiliğinden ortaya çıkmadığını ve kesinlikle başarılı olmadığını göstermiştir. Bir genel grevde örgütlü bir siyasi grup, işçi sınıfının sosyalizmi inşa edebilmesi için grevi kapitalizmi yıkmak üzere bir fırlatma rampası olarak kullanma ihtiyacını gündeme getirmelidir. Ve böyle bir örgüt bu nedenle öncü bir rol oynayacaktır. Görevi mücadeleyi kazanmak, işçi sınıfı kitlelerini kendi fikirlerinin doğru ve gerekli olduğuna ikna ederek reformistleri yenmek, başka bir deyişle işçi sınıfının iktidarı ele geçirmesine ve kapitalizmi yıkmasına öncülük etmek olmalıdır. Teorinin ReddiYukarıda da belirtildiği gibi, Anarşizmde teoriyi toplumun bilimsel bir çalışması olarak reddetme yönünde güçlü bir eğilim vardır, çünkü bunu entelektüel elit ve eylemsizlikle ilişkilendirirler. Bu nedenle, toplumdaki 'tarihsel yasalar' ve çeşitli sınıfların nesnel rolleri hakkındaki tüm konuşmaları entelektüel şarlatanlık olarak, kitlelerin liderliğimizi kabul etmeleri için kafalarını karıştıracak idealist (fikirleri veya teoriyi toplumun önüne veya üstüne koymak anlamına gelen) bir buluş olarak görme eğilimindedirler,"Yalnızca duygu, tutku ve arzu insanları kahramanlık ve fedakârlık eylemlerine itmiştir ve itecektir; kahramanlar ve şehitler güçlerini yalnızca tutkulu yaşamdan, duygu yaşamından alırlar... toplumsal olguların kaçınılmazlığını kabul etmiyoruz; sosyolojinin birçok sözde yasasının bilimsel değerine kuşkuyla bakıyoruz." (Bilinmeyen yazar, Rus Anarşist Dergisi 'Burevestnik'teki makaleden alıntı, Avrich, The Russian Anarchists, s92)Materyalistler olarak şunu sormalıyız: hangi tutkular, kimin tutkuları, hangi koşullar altında, neye yardım etmek için? Metresiyle birlikte olan bir Rus aristokratın, kalabalık bir kafeye tutkuyla bomba atan hayal kırıklığına uğramış bir Rus entelektüelin ya da grevci bir işçinin tutkusundan mı bahsediyorlar? Ve bu tutku boşa harcanmak yerine devrime yardımcı olmak için nasıl kullanılmalıdır? Marksist teori, ancak sosyal yasaları keyfi olarak icat edildiği takdirde idealisttir ve bu, Anarşistlerin kendilerinin kanıtlaması gereken bir şeydir ve bunu kanıtlamanın tek yolu toplumdadır, Marksist teoriyi gerçek tarihle karşılaştırmaktır. Marx'ın teorilerinin hareket için kötü olduğunu ilan etmek yeterli değildir çünkü Marx bunları sokakta, tutkular alevlenirken değil, bir kütüphanede düşünmüştür. Ne yazık ki 20. Yüzyıl tarihi, sanayileşme, kitlesel işçi partileri ve tüm Anarşist eğilimlerin genel olarak bir kenara itilmesiyle, Marx'ın yasalarının o kadar da keyfi olmadığını göstermektedir.Teoriyi reddetmeleri nedeniyle birçok Anarşist, kapitalist toplumun sorunlarını basitçe tanımlamaya ve kapitalist baskıya verdikleri isimleri tersine çevirmek gibi yüzeysel panzehirler önermeye başvurmuştur,"Gordinler [20. yüzyılın başlarında önde gelen bir Rus Anarşist eğilimi] 'Pan-Anarşizm' adını verdikleri ve modern toplumun beş ezilen unsuruna eziyet eden beş yasakçı kurum için beş çare öngören bir felsefe geliştirdiler. Devlet ve kapitalizm için öngörülen çareler, basitçe, devletsizlik ve komünizmdi; geriye kalan üç zalim için öngörülen panzehirler ise daha yeniydi: 'kozmizm' (ulusal zulmün evrensel olarak ortadan kaldırılması), 'gyneantropizm' (kadınların özgürleştirilmesi ve insanlaştırılması) ve 'pedizm' (gençlerin 'köle eğitim ahlaksızlığından' kurtarılması)." (Avrich, The Russian Anarchists, s177)"Vizyoner ütopyacılar olan anarşistler, hızla değişen bir dünyanın pratik ihtiyaçlarına çok az önem verdiler; genellikle sosyal ve ekonomik koşulların dikkatli analizinden kaçındılar... karmaşık ideolojiler yerine basit eylem sloganları önerdiler". (Avrich, The Russian Anarchists, s253)Anarşistler tüm bu toplumsal sorunların nedenlerini araştırmak yerine, bunları keyfi olarak ele alırlar ve bunların üstesinden gelmek için gereken tek şey, toplumun bir şekilde keyfi bir adaletsizlik altında acı çektiğini kolektif olarak fark etmesi ve ardından kolektif olarak kendini özgürleştirmesidir. Siyasi fikirler, eğer karmaşıklarsa (aslında Marksizmin o kadar da karmaşık ya da anlaşılması zor olmadığını düşünüyoruz), karmaşıktırlar çünkü toplumun kendisi son derece karmaşıktır, uzun bir geçmişe sahiptir ve bizim isteklerimiz doğrultusunda değiştirilecekse ona ciddi bir dikkat gösterilmesini gerektirir.Anarşistler yanlışlıkla Bakunin'in, devrimin Marksistler tarafından yönetilmesi halinde kaçınılmaz olarak işçi sınıfı üzerinde bir diktatörlüğe dönüşeceğini ileri sürerek Stalinizmi öngördüğünü iddia etmektedirler. Ancak teori ve materyalist, tarihsel analiz eksikliği nedeniyle, Bakunin aslında o kadar nefret ettiği devletin maddi temelini anlamakta başarısız olmuştur. O sadece insanlık tarihinin büyük bölümünde devlet baskısının var olduğu gerçeğini kaydetmiş ve nedenini anlamadan gelecekte de var olabileceği gibi basit bir sonuca varmıştır. Onun teorisi Stalinizmi açıklamıyor. Aynı şekilde, fırtınalı havaya şahit olabilirim ve fırtınalı havaya neyin sebep olduğuna dair en ufak bir fikrim olmadan gelecekte de tekrarlanmasını bekleyebilirim. Durmuş bir saat günde iki kez 'doğrudur', ancak zamanı söylemek için kullanılamaz.Bu satırlar yazılırken Libya'daki direnişçiler karşıdevrimci bir devletle savaşıyor. Ancak bu hareketin bariz uluslararası etkilerine ve kökenlerine rağmen, izole bir şekilde mücadele ediyorlar. Emperyalizm, müdahale edebilecek ve devrimci yardım sunabilecek uluslararası devrimci bir örgütün eksikliğinden faydalanarak şimdi müdahale etti. Ancak 'Batı' Libyalı kitlelerin değil, sadece kendi çıkarlarını güvence altına almak için müdahale etmiştir. Dolayısıyla uluslararası devrimci proletaryanın Libya halkının çıkarına olacak kendi yardımını sunma görevi vardır. Bu da nihayetinde Libyalıların bir daha asla baskısını hissetmemeleri için emperyalizmi kalbinden devirmek anlamına gelmektedir. Ancak bunu yapmak için, dünya çapında eşgüdümlü bir mücadele başlatılmalı ve sonuna kadar mücadele edilmelidir. Sadece dünya işçilerini bir araya getiren uluslararası devrimci bir önderlik bu görevi yerine getirebilir.Bakunin "siyasi iktidar var olduğu sürece her zaman yönetenler ve yönetilenler, efendiler ve köleler, sömürenler ve sömürülenler olacaktır" demiştir. Biz de "sömürenler ve sömürülenler, efendiler ve köleler var oldukça, siyasi iktidar, yönetenler ve yönetilenler de var olacaktır" diyoruz.